Giresun Haberleri

Bizim Mehmet’in Fındık Macerası*

Bu yazıyı paylaşın

Ağustos ayını bilir misiniz? Kimilerine göre tatil, güneş, deniz, kumsal, kimilerine göre çalışmanın ta kendisi. Daldan asılma, dal silkeleme, çuvalı sırtlayıp yola çıkarma ya da yuvarlayarak aşağıya indirme. Alnından akan ter. Ordu ve Giresun’da hayatın fındık üzerine kurulduğu, büyük çoğunluğun bahçelere yayıldığı zaman.

Bahçeler yorgunluğun, terin zirvesini zorlarken geçmişin hatıralarını yeniden canlandırıyor zihinlerde. Ordu ve Giresun’da bahçeler genelde eğimli arazilerde, yamaçlarda yer alıyor. Ayakta bile durmanın zor olduğu, yolun uzak kaldığı, patika yol ile ulaşılan çok bahçe var.

Bizim Mehmet bahçenin ayıklama, ilaçlama ve gübreleme işini tamamladıktan sonra bir süre fındıktan uzak kalmıştı. Ama bir bakmış ki fındık toplama zamanı gelmiş. Sabah olunca hazırlamış çuvalını, ipini, belceğini. Ayağına giymiş Trabzon garantili abdik ya da kurşun lastik ayakkabısını veya derby lastiğini tutmuş bahçenin yolunu. İlk başlarda sosyete olsun diye spor ayakkabı giymişti ama bahçede ayağı kayıp da poposunun üzerine düşünce lastikten başkasının yalan olduğunu anladı. Bahçeye gelince ilk başlarda moral motivasyon sıfır. Ama ne çare. Fındık toplamak için belceğini beline bağlıyor. Belcek önemli bir araç; ağaçtan yapılmış “gıdık” denilen fındık toplama kabı bir ara revaçta olsa da şimdilerde yöresel kültürün bir simgesi olarak tanıtım günlerinde kendine yer buluyor. Bir ara plastikten yapılmış külekler de modaydı; şimdilerde çuvaldan yapılan belcek yine canlılığını koruyor.

Başlıyor tek tek toplayarak saymaya fındığı. Dal eğip topluyor daldan, dal silkeleyip topluyor yerden. Fındığı alın teri ile yoğuruyor adeta. Bir Türkü şarkı patlatıyor. “Yine yeşillendi fındık dalları. Acep ne olacak bu Mehmet’in halleri.” Sonra bir söz “Fındık dalda asılsın sefil Mehmet nasılsın?”

Tekleme, çiftleme, üçleme, topur, çotanak derken bıkmadan usanmadan çuvalları doldurmanın gayreti içindedir. Eskiden bir çift yapışık fındık bulduğu zaman heyecanlanırdı; yediye tamamlamak için âdete fındığı idik didik didik ederdi. Çünkü yedi çift bir tek fındığı bulup gece yastığının altına koyarsa gece uyurken sevdiği insanı görecekti. Şimdilerde o mazileri gülerek geçiriyor içinden. Ama o günkü heyecanı da yeniden yaşıyor sanki.

Büyük dallara uzanamayınca gerevüsünü çıkarıyor meydana. Bazen “dalı tam topladım dalda bir şey kalmadı” deyip dalı yerine gönderdiğinde gözüne çarpan bir tekleme canını sıkıyor. Alsa yeniden dalı eğecek almasa tekleme orada kalacak. Canı çıkıyor adeta. Çaktırmadan sinirleniyor.

Fındık toplarken başı açık oluyor genelde ve saçlarının dibi zibille doluyor. Adeta fırça gibi oluyor saçları. Fındığın yapışkanlığı ellerini zorluyor. Yüzüne bazen daldan sarkan bir örümcek “merhaba” diyor. Kulak böcekleri vücudunda tur atmaya başlıyor bir o yana bir bu yana. İster istemez kaşınıyor tabi. Bir de ocak diplerinde veya çortlardaki ısırgan elini, kolunu, bacağını velhasıl vücudunu adeta yakıyor. Pangıldatıyor. Diken de bu konuda çok maharetli, yırtıyor adeta vücudunu mübarek. Sonra bir de it üzümü yok mu hani o kırmızı renkli olup kızılcığa benzeyen. Değdiği yeri yakıyor, kıpkırmızı yapıyor. Bazen sülükle de karşılaşıyor bizim Mehmet. Hava azcık kapalı ve hafif çiseli ise sülüklere gün doğuyor zaten. Vücudunda yapışkanlı sülüğü görünce kızıyor tabi haliyle.

Ama eğlenceyi de unutmuyor. Bahçenin dibinde görünen fosunnak denilen mantara benzeyen şeyi patlatarak eğleniyor. Körükleyerek fosunnaktan duman çıkarıyor. Farkına varmadan duman eline yüzüne bulaşıyor.

Öğle olunca yemek molası en sevdiği şey. Yorgunluktan yiyecekler ballı börek gibi geliyor ona. Hele de yemeğin üzerine içilen külde demlenen isli übrük çayı. O zaman keyfi bambaşka oluyor. Zaten çay tiryakisi bizim Mehmet.

Akşama yakın bir vakitte günü doldurarak çıkıyor bahçeden. Yorgun argın evin yolunu tutuyor. Ama fındık çuvallarını yol kenarına taşıdıktan sonra. Eskiden küçük un veya şeker çuvallarını taşımak kolaydı. Şimdilerde nereden çıktı bu ikilik çuvallar. Panavra çuvalları zaten babayiğit işi.

Bir süre sonra fındığı bitirip harmanlıyor. Patoza vermek için kavsulunu bir nebze de olsa kurutuyor. Sonra fındığı çektirmek için patoz yolu gözlüyor. Patozun ne zaman geleceği belli değil. Bir bakıyorsun gecenin bir yarısında gelmiş. Katlanıyor mecburen. Çekilen fındığı çeç halinde harmana taşıyor bizim Mehmet. Havayı, güneşi takip ediyor. Üç beş gün kurutuyor fındığını. Kuruturken içindeki gorukları seçiyor, sağlam fındığı ortaya çıkarıyor. Randımanının iyi gelmesi için büyük mücadele veriyor. Sonra çuvallayıp satmak için koyuluyor yola. Tabi fındık para ederse.

Yoruluyor da yoruluyor. 10 gün, 15 gün belki bir ay uzun bir maratona girmiş gibi. Sonra “oh be bu sene de bitti şükür” demekten kendini alamıyor. Tabi bir iki ay sonra temizleyeceği bahçeyi hiç düşünmüyor.

Mehmet bütün bunları yaparken farkına varmadan çok güzel şeylere de imza atıyor. Zorlanıyor belki ama on bir ay boyunca canını sıkan ve bir türlü veremediği fazla kiloları bir anda kaybolup gidiyor. Vücuttaki toksinleri atıyor. Formatlıyor kendini. Fazla kiloları olanları kendi bahçesine fındık toplamaya davet ediyor. Bu spor başka yerde yok diyor.

Karadeniz arazisi zor. Bizim Mehmet yıl bir on iki ay bu arazilerde çalışmıyor ama çalıştı mı da tam çalışıyor. Çalışmak emek ister, emek de güç ister Karadeniz’de. Bizim Mehmet tipik Karadeniz insanıdır vefakârdır, cefakârdır. Çalışır, çabalar şükreder haline.

*Adnan Yazıcı/ Eğitimci-Yazar

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz. Anladım