Giresun Haberleri

Gerisi Beyhude Ömrüm…

Bu yazıyı paylaşın

Yıllar yıllar önceydi. Kapalı kapılar ardında gavur odunlarının ihanet ateşlerinde pişirilmiş Şubat soğuklarının sokaklardan ziyade zihinleri üşüttüğü zamanlardı. Perşembenin gelişini görmüş gavurlar ve akılları satılmış hainler çarşambadan çökmüştü insanların üstüne. Başörtüsü üstünden ülkemin insanlarıyla sonuçsuz bir mücadeleye girişmişlerdi. Sanırım benim ülkemi, sabah erken kalkıp darbe yaptıkları arka bahçelerindeki ülkeleriyle karıştırmışlardı. Bir bağırıp iki çağırıp üç engelleyip dört uzaklaştırarak gelişen dip dalgayı fark edemeden ortamı ihanetleri temelinde sakinleştirip sömürülerini sürdürebileceklerini umuyorlardı muhtemelen.

Bir gün bir Anadolu Üniversitesinden mezun olduktan sonra yüksek lisans için İstanbul’a geldiklerinde yurtta beraber kaldığımız akademisyen arkadaşlarımdan biri aradı beni. Yine bir Anadolu Üniversitesinin kurucu rektörü iken istifaya zorlanmış, etmeyince de görevden atılmış, üniversiteden bir hocasıyla beraber vakfı ziyaret etmek istediklerini iletti. Konu beni aştığı için hemen abilere ilettim talebi. Kabul ettiler. Yedi sekiz kişilik bir ekip oluşturuldu ev sahipliği için.

Hoca ve arkadaşım bir hafta sonunun ilk gününde beraber geldiler. Arkadaşım oldukça uzun süren sohbet boyunca hiç söz almayıp sessiz sedasız oturdu kenarda. Hep hoca konuştu biz dinledik. Sadece biraz daha aydınlatılması gereken alanlarda soru sormak için kestik sözünü. Hoca önce genel bir resim çizdi. Ülkemizde ve dünyamızda dünden bugüne olup bitenleri bir bir döküp saydı. Birikimine ve birikimini kullanmasına hayran kalmıştık. Sonra gelecek için perspektif ortaya koydu. Resimde hemfikir olsak bile gelecek konusunda ayrılmıştık. Biz kısa erimli bir değişikliği beklerken o biraz daha orta hatta uzun erimli beklentiler dillendiriyordu.

Sonuç olarak da, önümüzdeki süreçte lazım olacağını düşündükleri bir araştırma şirketi kurduklarını, bizim kendilerini desteklememiz gerektiğini, istenecek araştırmalarla dolaylı veya doğrudan katkı vermemizi beklediğini, bunun elzem bir sosyal ve kurumsal vecibe olduğunu beyan etti. Sonrasında biraz da kişisele kayan muhabbet edildi ve ayrıldılar.

Bizim abiler onlardan sonra bir değerlendirme yaptı. Hocaya ve söylediklerine hak verdiler. Kurumsal ve bireysel varlık ve fırsatlarımızla stratejik bir birlikteliğin pek mümkün olamayacağına, ama orta veya uzun erime bırakmadan bir katkı verilmesi gerektiğine, işleriyle olmasa bile kendileriyle ilgili anlamı olacak bir meblağın gönderilmesine karar verdiler. Gönderme işini de bana verdiler. Ben de gereğini yaptım.

Hoca sonradan ülkemizin son yıllarında hep iktidarda olan partide kurucu oldu, vekil oldu, bakan oldu, başbakan yardımcısı oldu, hatta adı başbakanlık için geçti. Son genel seçimlerde listelerde adını göremeyince herhalde aktif siyasete veda edip gençlerin önünü açtı deyip sevindim. Ancak o, ülkemizin hala kendisine ihtiyacı olduğunu düşünmüş ki iki yıl önce partisinden ayrılarak yeni bir partinin atılımcı grubuna intisap edip yürüyüşünü sürdürdü.

Bugün whatsapp gruplarında paylaşılan bir gazete haberinden öğrendim ki bu hocanın bütün bu yıllar içinde seferde yoldaş ve şirkette şerik olduğu bir arkadaşım -öğrencisi değil- son aylar boyunca televizyon ekranlarında yaptığı ama benim bir türlü sebebini bulamadığım dansını tamamlayarak katlarıyla meşhur bir partinin on üçüncü katında bir makam edinmiş. Sonra kendisi de bir sosyal medya açıklaması yaparak konunun makama tekabül etmediğini ancak birikimlerine dayalı değerliliği üstünden bir müşteri ilişkisi oluştuğunu ortaya koydu. Son zamanlarda pek çok kez olduğu gibi derin düşüncelere daldım bir kez daha. Hocayı az buçuk anlamıştım ama şerikini anlamakta zorlanıyorum nedense. Bize geldikleri günlerden sonraki zamanlarda yer aldıkları kulvarların da muhtemel etkisiyle yaptıkları işlerle büyüyüp serpilmenin yanında şerikin eşi de vekil olmuştu geride kalan partiden. Acaba nasıl izah edebilmişlerdi yapıp ettiklerini kendi vicdanlarına. Benim yörük aklım dağla, taşla, ağaçla fazla haşır neşir olmaktan olsa gerek hızlı eğilip bükülemiyor bu safhalarda. Zorlayınca da kırılıp dökülüyor hepten.

Sanırım gavurlar oyun büyütüyor bu süreçte. Bağlılığı derinleştirip sömürüyü büyütmek için iktidar olmasına göz yumduklarının, sosyal ve demografik mecburiyetler temelinde nitelikli bağımsızlığın manivelası haline geldiklerini görüp, bunu kitle gösterileri, hukuk manipülasyonları, askeri darbeler, ekonomik dayatmalarla önleyemeyince, en üst ağızdan muhaliflerin güçlendirileceğini açıkladılar ya, şimdi çintikleme ve çevre boşaltmayla bir kez daha saldırıya hazırlanıyorlar. Sürece hasbelkader girmiş bir kısım mücahidanın yokluk ve yoksunluk içinde büyümüşlüklerinin intikamını alma sevdasına kapılarak makam ve mansıp bağımlılığına düşürülmüşlükleri üstünden geliştirilen yeni saldırı adım adım tezgaha taşınıyor herhalde.

İşin ilginci ise bu gidişata karşı takınılan tavrın kofluğu. Suçladıklarımızın arızi olmadığını gösterircesine bir garip seremoniyi seyrediyoruz mecburen. Direnişle uyanıp devrime duranların milliyetçiliğe ve muhafazakarlığa düşmüş külli ekseriyeti, göz göze, kol kola, gönül gönüle ilerlerken, gülü görmüş bülbül şakımasında aşk ve şevk içinde yürüyorlar guruba doğru.

Peki sorun nerde? Bence sorun müslümanların müslümanlığında. Müslümanların -dikkat edin İslamın demiyorum- iktidarında muktedirlerin kendilerine yakınlaşamamış müslümanlar veya yakınlaştıktan sonra her ne sebeple olursa olsun uzaklaşmış müslümanlar tarafından ihanete uğramaları tarihsel tecrübelerin pek çok keresinde görülebilmiş bir sonuç olarak duruyor tozlu raflarda istiflenmiş yıpranmış kitapların pörsümüş sayfalarında. Dini, her hal ve şartta yaşamak üzere indirilmiş bir bütün olarak değil de, hayatın pratiğinde ötekiyle fayda kavgasında bir silah olarak kuşanmışlığın müstakbel neticesi bu. Kim ne derse desin, kaçarı da yok meselenin.

Belki aranızda düştüğü derin karamsarlıkta ‘yok mu çaresi’ diyenleriniz olacaktır. Gönlüm cevapsız bırakmaya asla elvermez bu girdaba varmış gönülleri. Mustafa Kutlu’nun muhteşem eseri Ya Tahammül Ya Sefer’inde kelimelerle resmettiği Dava Delisi Kerim tiplemesi vardır, okuyanlarınız bilir onu. İşte bu Kerim, yaptığı tüm hizmetleri yaparken, asla bu hizmetleri yapmayacağı bir günün özlemine girmez. Kendince onun görevi bu hizmetleri yapmaktır sadece. Herkes bir yerlere dağılıp gitse de o hizmetleri yapmayı sürdürür hep. Eski medresenin boş odaları ve loş koridorları, onun gönül aydınlığında gitmişlerin yerine geleceklerin hizmetine amade tutulmalıdır her zaman. Tutulur da. Gerisi Beyhude Ömrümdür

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz. Anladım