Online Giresun Platformu
Beni Yazmayan Tarih Utansın!

Ben Alucra’yım: Tarihin Gölgede Kalmış Kahramanım
“Ben Alucra’yım
Nice çağlara destan yazdım
Bir elim Hitit’lerde,
Diğer elim Osmanlı’ya uzanır
Beni yazmayan tarih
Ancak kendinden utanır…”
Tarihin kucağında yitip gitmiş nice şehirler vardır ki, üzerlerinden medeniyetler geçmiş, destanlar yazılmış ama bu yazılar taşlara kazınmış, satırlara değil… Giresun’un iç bölgelerinde, Kelkit Vadisi’nin yüce dağları arasında saklı bir tarih yatar: Alucra.
Bu yazı, unutulmuş bir coğrafyanın, susmuş ama konuşmaya hazır kahramanlarının, destanlar yazan kadınlarının ve taşlara sinmiş kadim medeniyetlerin izlerini gün yüzüne çıkarmaya adanmıştır.
Kadim Uygarlıkların İzinde: Alucra’nın Kökleri
Alucra, yalnızca bir ilçe değildir; aynı zamanda binlerce yıllık bir yerleşim alanıdır. Hititler’den başlayıp Roma ve Bizans’a, oradan Selçuklulara ve Osmanlılara uzanan bir tarihi vardır. Yüzlerce yıl boyunca bölge, Doğu Karadeniz’in iç kapısı olmuş, stratejik konumuyla askeri ve ticari yolların kesişiminde yer almıştır.
Alucra ismi dahi zamanla evrilmiştir. 16. yüzyıl tahrir defterlerinde adı geçen bu yerleşim, daha önce Mindaval ve Kovata gibi nahiye isimleriyle anılmıştır. 1876 yılında ilçe statüsüne kavuşmuş, 1933’te Giresun’a bağlanarak bugünkü idari durumunu almıştır.
Ancak bu tarih, yalnızca belgelerde değil, toprakta, taşta ve efsanelerde yaşamaktadır. Bu yönüyle Alucra, yalnızca bir yerleşim değil; yaşayan bir hafızadır.
İslam’ın Anadolu’daki Sancaklarından: Çağırgan Baba
Alucra’nın İslamlaşma süreci Anadolu’nun pek çok bölgesinden önce başlamıştır. Bunun en güçlü sembolü ise Es Seyyid İsmail Hakkı Çağırgan Baba’dır. Horasan’dan gelen bu gönül eri, 13. yüzyılda Zıhar (şimdiki Fevzi Çakmak) köyüne yerleşmiş ve burada kurduğu dergâhla İslam’ın Anadolu’daki yayılışına öncülük etmiştir.
Çağırgan Baba yalnızca bir dinî önder değil; aynı zamanda bir kültür kurucusudur. Türbesi bugün hâlâ ziyaret edilen, halkın gönlünde taht kurmuş bir alperendir. Onun kurduğu manevî miras, yüzyıllar boyunca bölge halkının karakterini şekillendirmiştir.
Fatih Sultan Mehmed’in Otağından Fevzi Çakmak’ın Karargâhına
Tarihi yalnızca manevî isimlerle değil, siyasi ve askerî olaylarla da doludur Alucra’nın. Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon seferinde işaret ederek “el-Ücra” dediği bu kadim toprakta otağını kurmuştu.
Daha yakın tarihte ise Mareşal Fevzi Çakmak, Osmanlı-Rus Savaşı sırasında II. Kolordu karargâhını Alucra’nın Zıhar köyüne kurmuştur. Bu nedenle köy zamanla onun adını almış, “Fevzi Çakmak Köyü” olmuştur. Bu gelişme, Alucra’nın Osmanlı’nın doğu savunma hattında ne denli kritik bir yer tuttuğunu gösterir.
Yiğidin Harman Olduğu Yer: İğneli Pembe Hatun ve Kurtuluş Savaşı
Alucra, erkek kahramanları kadar kadın yiğitleriyle de tarihe iz bırakmıştır. Bu kahramanların en önemlilerinden biri Gicoralı İğneli Pembe Hatun’dur.
Gerçek adı Gülpembe olan bu cesur kadın, Topal Osman Ağa’nın emrinde, 47. Gönüllü Alayı’nın sancak çavuşu olarak Kurtuluş Savaşı’na katılmıştır. Sakarya Meydan Muharebesi’nde, askerlerin önünde yürüyen Pembe Hatun, sekiz kez yaralanmasına rağmen geri çekilmemiştir.
İğneli Pembe Hatun, sadece bir kadının değil, bir milletin direnişini temsil eder. Ve Alucra’nın bağrından çıkan bu isim, halkın yiğitliğinin ne kadar köklü olduğunu ortaya koyar.
Doğanın Kucakladığı Tarih: Gevur Dağları, Yaylalar, Dereler
Alucra sadece tarihî kahramanlıklarla değil, doğal güzellikleriyle de öne çıkar. Gevur Dağları, hem fiziksel hem de sembolik olarak bölgenin kalkanı olmuştur. Osmanlı-Rus Harbi sırasında bu dağlar, Ruslara geçit vermemiştir.
Yüksek yaylalar (Çakrak, Armutlu, Kamışlı), ormanlar, Alucra Çayı ve Moran Deresi gibi doğal unsurlar, bölgenin yaşanabilirliğini artırmış, kadim zamanlardan bu yana bir cazibe merkezi olmasını sağlamıştır. Doğa, burada tarihle iç içe geçmiş, her taş bir anı, her dere bir türkü olmuştur.
Sonuç: Unutulmuş Bir Mirası Hatırlamak
Bugün Alucra, ne yazık ki tarih kitaplarında yeterince yer bulamamış, turizm ve kültür politikalarında arka planda kalmış bir ilçedir. Oysa ki her taşının altında bir efsane, her köyünde bir kahraman yatar.
“Ben var ya ben Alucra’yım
Çağırgan Babanın Dergâhı
Fatih Sultan Mehmet’in Otağı
Fevzi Çakmak’ın Karargâhı
Pembe Hatunun Sancağı
Nice yiğitlerin er yatağıyım…”
Bu dizeler yalnızca bir şiir değil, aynı zamanda tarihsel bir çağrıdır. Alucra, sessiz kalmış bir destanı anlatmak için artık kendi sesini aramaktadır. Bu sesi duymak ve duyurmak ise, bu yazının ve sizlerin vazifesidir.