Online Giresun Platformu
El Kadar Maden İçin Koca Dağ Yıkılır mı?

Sekiz yaşındaki torunum Harşıt Çatalağaç Köyündeki maden sahası görsellerine bakarken yanıma sokuldu, benimle birlikte bakmaya başladı. Dönüp kendisine baktığımda gözlerindeki ifadeler hançer gibiydi ve ardı ardına geldi sorular;
– Ne yapıyorlar burada?
– Maden arıyorlar
– Sonra bu ağaçlar, oralarda yaşayan hayvanlar ne olacak, başka yere taşındı mı onlar?
Çocuğun gözünde korkuyu gördüm. Oysa o asıl bilmesi gereken daha nice kötülüğün farkında bile değil, çalınan geleceklerinin vahametini daha bilmiyordu be sonunda aklımı başımdan alan soruyu sordu; “ el kadar maden için koca dağ yıkılır mı?“
Çocuğumun bu soruyu sorabilmesinden gururlandım ama korkusundan da onlar adına ürktüm. Bir dağ, doğanın sabırla yoğurduğu bir anıttır. Binlerce yıl boyunca yağmurla, rüzgârla şekillenir; kuşlara, ağaçlara, insanlara yurt olur. Bugün ise dev iş makinelerinin dişleri arasında un ufak ediliyor.
Gerekçe hep aynı: “Kalkınma”
Ama aslında ortada bir kalkınma değil, bir yıkım ideolojisi var. Çünkü biz, büyümeyi doğayı öldürmekle eşdeğer saymayı öğrendik.
Kalkınmanın Sessiz Bedeli
Madencilik faaliyetleri çoğu zaman sessiz, unutulmuş köylerin eteklerinde yürütülür. Çünkü orada itiraz edecek, sesini duyurabilecek kimse yoktur.
Bir dağ, sadece kaya kütlesi değildir; suyun döngüsünü, iklimin dengesini, toprağın bereketini taşır. Onu yıktığınızda, yalnızca jeolojiyi değil, bir ekosistemi, bir yaşam kültürünü de yıkarsınız.
Patlatmalar başladığında sadece taşlar parçalanmaz; köylerin duvarları çatlar, su kaynakları kurur, toprağın hafızası silinir.
Ekonomik kazanç uğruna doğanın bedeni kesilip biçilirken, kimse sormaz: bu kazanç kimin cebine, bu yıkım kimin kalbine dokunuyor.
Bir Çocuğun Sorusu, Bir Toplumun Cevapsızlığı.
Küçük bir çocuk soruyor yahu: “El kadar maden için koca dağ yıkılır mı?”
Bu cümle, istatistiklerin, yatırım raporlarının, çevresel etki analizlerinin soğuk dilini paramparça eden bir vicdan çağrısıdır.
Çünkü bir çocuk, madenin ağırlığını değil, yok edilen manzaranın sessizliğini hisseder.
Oysa biz yetişkinler, çoktan alıştık: toz bulutlarını “üretim”, gürültüyü “ilerleme”, tahribatı “yatırım” diye adlandırmaya.
Bu alışkanlık, belki de en büyük felaketimiz.
Ekonomik kazanç mı, ekolojik iflas mı?
Maden şirketleri “kalkınma” diyerek dağları delik deşik ederken, geriye kalan yalnızca yoksullaşmış bir doğa olur.
- Yeraltı suları kirlenir,
- Erozyon hızlanır,
- Tarım alanları zehirlenir,
- İnsan sağlığı bozulur.
Uzun vadede, elde edilen birkaç ton madenin bedeli, geri dönülemez bir ekolojik iflas olarak karşımıza çıkar.
Bu bir ekonomik tercih değil; toplumsal bir körlüktür.
Bir dağ yıkılırsa insan da eksilir.
Bir ülkenin dağları, yalnız doğal kaynak değil, aynı zamanda kimlik, hafıza ve direniş simgeleridir.
Dağlarını kaybeden bir ülke, aslında kendi karakterini kaybeder.
Kalkınma, toprağı öldürmeden de mümkündür. Ama bunun için önce şu gerçeği kabul etmemiz gerekir:
Gerçek zenginlik, madenin ağırlığında değil, nefes alınabilen bir doğanın varlığındadır.
Sonuç: Vicdanı Olan Kalkınma, “yeşil kalkınma”, “sürdürülebilir madencilik” gibi kavramlar, sadece raporlarda değil, pratikte de anlam bulmadıkça, her kazma darbesi bizi biraz daha yoksullaştıracak.
Bir dağ yıkıldığında, onun gölgesinde büyüyen insanlar da yıkılır.
Ve bu küçük çocuğun sorusu, hepimizin kulağında yankılanır: “El kadar maden için koca dağ yıkılır mı?”
Ne acıdır ki torunum otizmli ve bu soruyu sorabiliyor. Ya biz büyükler? En çok mutlu olduğu yer ise köy- tabiat. Anlatabiliyor muyum acaba size korkusunu? Daha da acısı bu soru ile ağlattı Beni. Akla ziyan sorular yumağı aslında bu maden aramaları. Neresinden bakarsanız bakın yıkım zincirleme birbirine bağlı ve etkilenmeyen, zarar görmeyen hiç bir şey yok, toprak, su, hava her şey. Buraları bu hale getirip alacağını alıp arkalarında çölden beter, yaşanmaz sahalar bırakıp gidecekler yarın. Onların gidecek yerleri var, işbirlikçileri var sığınacak. Bizler nereye gideceğiz? %85’i maden arama sahası ilan edilen topraklarda nereye sığacağız? Ekemediğimiz, dikemediğimiz, bizi beslemeyecek topraklarda ne yapacağız?
Bu yaşanmış yaşanacak cihan savaşlarından daha kötü etkileri olmaya başlayan ve çok daha kötüsü olacak olan bir yıkımın adımlarıdır be herkes sorumludur. “benim tuzum kuru“ deme lüksü, seçeneği yoktur kimsenin. Bugün çevreden, çevre katliamlarından sözü edilirken asla konulara yalın, tek pencereden de bakmayalım. Çünkü saldırı tek cepheli değil. Kültür, sanat, tabiat, siyaset, ekonomi, insan, hayvan, hava/su/toprak vb. hepsi kökten göbekten bir birine o kadar sıkı bağlı ki birine dokununca hepsi sallanıyor ve şunu unutmayın; Halk büyük bir güçtür. Yeri gelir devlet yıkar yeri gelir devlet kurar. Yeter ki yürekten birbirimizi, devletimizi, sahip olduğumuz değerleri sevelim, koruyalım, meşru dairede yılmadan, korkmadan üzerimize düşeni yapalım.
