Online Giresun Platformu
Alucra’nın Unutulan Sessizliği ve Saklı Cenneti

Karadeniz’in doğusunda, yüksek dağların ardına gizlenmiş mütevazı bir ilçe: Alucra. Giresun’a bağlı bu küçük ilçe, göreni büyüleyen doğasıyla, kadim uygarlıkların izlerini taşıyan yapılarıyla yaşayan bir kültür atlası aslında. Ama kimse bilmiyor. Ya da görmek istemiyor…
Yaylaların arasında uzanan patikalarda yürüdüğünüzde, yalnızca doğayla değil, tarihle de yol arkadaşlığı edersiniz. Tepesidelik, Zil Ovası, Arda Boğazı ve Mayıs Deresi, ikinci Çin setti olarak kabul gören Hacı Abdullah(Zade) duvarı, nefes kesen manzaraları ve dinginliğin adresidir.
Yaz mevsiminde yapılan yayla şenlikleri, bin yıllık bir geleneğin çağdaş izlerini taşırken, doğa ve kültür burada hâlâ iç içe yaşıyor.
Ama bu güzellik, yalnızca görenin bildiği bir sır gibi saklanıyor.
Ne bir afişte yer alıyor Alucra, ne de bir turizm broşüründe.
Sanki anlatmaya değer değilmiş gibi…
Oysa Alucra’nın taşlarında tarih var.
Kamışlı Köyü Kilisesi, 1890’da Çolak Kosti’nin mimar eliyle yükselmiş.
Duvarda haç motifleri, içeride silinmeye yüz tutmuş freskler… Her biri, bir halkın duası, gözyaşı, umudu.
Çakrak Köyü’ndeki iki kilise, 19. yüzyılda inşa edilmiş, haç motifleriyle süslenmiş bazilikalar. Sessizce ayakta kalmaya çalışıyorlar.
Pirili Köyü’ndeki İkiztepe Tümülüsü, uygarlıkların gömülü sırrı.
Nerede Anadolu’nun ikinci Çanakkalesi Fevzi Çakmak Karargâhı, Abdal Musa, Kengil, Burgababa Dağları?
Bu dağlarda düşmana geçit vermeyen şehitlerimizin anısına yapılması gereken şehitlik anıtı nerede?. Yöresel kıyafetlerimiz, Doğu Anadolu ile Karadeniz figürleriyle sentezlenmiş folklorumuz hangi kurum ve ve STK tarafından kültür ve tarih kurumları tarafından kitaplaştırılmış ya da bireysel emekleri ile kitaplaştıran kaç kişiye destek vermiş.
Neden kimse sormuyor?
Düyun-ı Umumiye Binası, Osmanlı’nın mali hafızasını taşıyor ama bir tabela bile çok görülmüş.
Taş köprüler hâlâ ayakta. Ama üzerinden geçen hikâyeleri artık sadece rüzgâr biliyor.
İçimizdeki en derin sitem de buradan doğuyor işte…
Nasıl olur da bu kadar değerli bir miras sessizliğe terk edilir?
Nasıl olur da kültür, ancak yok olduğunda hatırlanır?
Alucra, yalnızca tarihiyle değil, yaşayan kültürüyle de anlatılmalı.
Oğlak kebabı, Alucra balı, yöresel el dokumaları, telkari işlemeler; hepsi hem geçmişin hem bugünün emekle yoğrulmuş meyveleri.
Ama tanıtılmadıkça, yaşatılmadıkça… Kaybolmaya mahkûm.
Ve bu yazı, bir çağrı kadar, bir sitemdir de aynı zamanda.
Alucra yalnız değildir, ama yalnız bırakılmıştır.
Tarihini, doğasını, kültürünü anlatmak boynumuzun borcudur artık.
Çünkü anlatılmayan her köy unutulur.
Ve unutulan her yapı, bir medeniyetin sessiz çığlığıdır.
