Giresun Haberleri

Darbe Deyip Geçmeyin..

Bu yazıyı paylaşın

Babam rahmetli, ilkokul üçü bitirmişti. Beşe kadar okumak vardı da, o üçü bitirip bıraktı mı; öğretmensizlik sadece üçü bitirmeye mecbur mu etti; yoksa zaten o yıllarda ilkokullar üç yıllık mıydı, bilmiyorum. Ama her şeyi, hep cebinde bulundurduğu ajandasına günü gününe kaydederdi. Kim bilir neleri içeren, seksendört yıl çok büyük bir dikkatle yaşamış, muvazzaf ve ihtiyat olarak üç yıldan fazla askerlik yapmış, köy soylu ve orta halli küçük esnafın neler yaptığını ve neleri önemsediğini gösteren o ajandalar, sahip çıkmadığımız için kayboldu gitti. Bir yaz günü asmanın altında kardeşler olarak aramızda doğum tarihlerimizin doğru olup olmadığını tartıştığımızda Zeynep bacım ‘babam, herkesi günü gününde yazdırdı, kendisi de Kuran’ına yazdı’ demişti. Hemen odaya gidip her zaman durduğu köşe rafından Kuran’ı indirip baktığımda yılların içinde yazılanların silinmiş olduğunu görmüştüm. Anam da, ‘oğlum, sen oğlaklar doğarken geldin’ diyerek konuyu bağlayıvermişti sonrasında. Şubat sonunda oğlaklar doğmaya başlar mı kestiremiyorum ama ben altmışbirin yirmibeş şubatında doğmuş olarak kayıtlıyım nüfusa. Bu hesapla biyolojik varlığım aşağı yukarı 27 Mayıs ihtilaliyle başlıyor. Lise sona kadar da Hürriyet ve Anayasa bayramını kutladım, ben. Sadece 19 Mayıs bayramından hemen sonra geldiğinden biraz sönük geçerdi, ama tatil tatildi işte.

12 Martın öncesini değilse de, kendini ve sonrasını bayağı iyi hatırlıyorum. Babam radyodan ajansları dinlerken duyardım okul boykotlarını, banka soygunlarını, fabrika grevlerini, adamların kaçırılmasını, sokaklardaki eylemleri ve dağlardaki çatışmaları. Nurhak dağlarını da o zamanlar öğrenmiştim. Mahkeme safahatlarını ve hatta asılan üç gencin son sözlerini de vermişti radyo, ayrı ayrı. Gün olup intikamı alınsın diye mi bu ayrıntılar verilmişti, toplumun hafızasına kazımak için; yoksa insanları korkutup sindirmek miydi amaç, okuyanlar karar versin artık.

Sonrası devam etti gitti zaten, seksene kadar. Dolayısıyla 12 Eylül ihtilali ezberimdedir. Gelişen olayların sonucunda askeriyenin yönetime el koyabileceği genel olarak konuşulurdu ama benim yaşadığım yerlerden baktığımda hep iç dinamikler görülür, dış mihraklardan hiç haberim olmazdı. Onları, sonraları okuyup dinledikçe öğrendim hep. 28Şubatı ise iyi bilirim. 15 Temmuza gelirken, yeni sömürgeciliğin küresel tehdidi haline dönüşen kontrolden çıkmış iktidarın, engellenmesi ve hatta düşürülmesi için, biraz da bu iktidarın sayesinde, her alanda olsalar da, özellikle askeriyede güçlenmiş fethullahçıların bir takaza çıkarabileceğini öngörmüştüm ama bunun o tarihte olabileceğini hiç düşünememiştim. Konya’da televizyon seyrederken askerlerin o zamanki adıyla Boğaz Köprüsünü kestiğini görünce ‘aha’ demiştim, ‘bu bir darbe girişimi’.

Bugünlerde yine, seçimle tek başlarına iktidara gelme imkanı kalmayan, hatta çaresizlikten yakın zamanda kendi düşüncelerinden olmayan birini cumhurbaşkanı adayı gösterebilen bir kısım insanların nafile sözleri üstünden darbe tartışmaları sürerken, ben de tesadüfen, nerdeyse bir yıl önce alıp okuma fırsatı bulamadığım, Stephen Kinzer’in ‘Şah’ın Bütün Adamları’nı okuyordum. Kinzer ilginç bir Amerikalı. Türkiye dahil elliye yakın ülkede gazeteci ve araştırmacı kimliğiyle bulunmuş. Bir çok darbeyi ve devrimi doğrudan takip etmiş, pek çoğunu da fikri takibine almış. Yazdığı makalelerinde ve kitaplarında bunları etraflıca yazmış. Okuduğum kitapta onbeş sayfadan fazla dipnot açıklaması vardı ki, bu size de anlatır adamın detaylara verdiği önemi ve konuya olan vukufiyetinin derinliğini.

Kitap, İran’da Başbakan Musaddık’a karşı yapılan 19.Ağustos.1953 darbesini nerdeyse hiç boşluk bırakmadan anlatıyor. Bu çerçeveye İranı, İranlıları, Şialığı ve Şiileri, Kaçar ve Pehlevi hanedanlarını ve Şahları, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını, Rusyayı, Birleşik Krallığı, Amerika Birleşik Devletlerini, eski ve yeni sömürgeciliği, küresel hegemonyaları, petrolü ve Musaddıkı ekliyor. Ötesi, ihanetleri ve hainleri, satışları ve satılmışları, sahtekarlıkları ve sahtekarları, hırsızlıkları ve hırsızları, aymazlıkları ve aymazları, saflıkları ve saftirikleri, adanmışlıkları ve adanmışları. Bir insanın genç yaşında kurduğu hayalin uğruna nasıl yaşadığını, nasıl mücadele ettiğini, nelere katlandığını, nelerden vazgeçebildiğini, kırılıp düştüğünde nasıl ayağa kalktığını, hangi nedenselliklerle ölümü bile göze alabildiğini, seksenbeş yıl taşınmış ideallerin serencamını da anlatıyor. Tabiidir ki, yazarın, bütün tarafsızlık gayretine rağmen, fikirlere ve olaylara bakış açısının dibinde kendi memleketi olduğunu görmemek mümkün değil.

Bu darbe, Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatının destekliği ilk darbe oluşuyla çok önem arz ediyor. Zor da olsa başarılmışlığı, uzun erimde 1979 İran İslam Devrimine ve Humeyni’nin muktedirliğine sebep olmaklığıyla Amerikanın aleyhinde olsa da, kısa erimde onlara başka başka ülkelerde bolca darbeler tezgahlama cesareti veriyor. Yeni küresel güç, gerek soğuk savaş yıllarında, gerekse İslam’a karşı yeni haçlı seferlerinde, kendi bloğunu tahkim ederken ve sözde düşmanlarını zayıflatırken bu darbeden öğrendiği ilke, usül ve yaklaşımları bolca kullanıyor. Her şartta başarıya kilitlenmiş akılla hiç bir ahlakilik kaygısı taşımaksızın dinleri, insanları, fikirleri ve eşyayı nasıl tarumar edip gerektiğinde satın alarak, gerektiğinde yalan söyleyip iftira atarak, gerektiğinde öldürerek amacına yürüdüğünü görüyoruz. Türkiye darbeleri de, bunlardan birkaçı sadece.

Bütün bunlardan sonra darbelerle dolu hayatımın gereğinde, ben bu darbe söylentilerini ve hikayelerini çok önemsiyorum. Hele de covidondokuzun psikolojik, sosyolojik ve ekonomik baskısında. Türkiye, çok ağırlıklı Türklerden ve alt kırımları çok tartışılabilir olsa da nerdeyse tamamının Müslümanlardan oluşan nüfusuyla, üç kıtanın ortasına kurulmuş müthiş bir coğrafya. Tarih, zaten bu önemi tüm detaylarıyla ortaya koyuyor. Küresel hakimiyete soyunan hiçbir akıl burayı görmezden gelmemiş, gelememiş. Burada hayat bulmuş onlarca devlet ve medeniyetten öte Persler, Grekler, Romalılar, Moğollar, Araplar ve Türkler ya buradan geçmiş ya da buraya gelip oturmuş. Birleşik Krallık, Osmanlı bakiyesi olarak yaşam savaşı veren Anadolu’yu bir ara Yunanlılarla boğmaya çalışsa da sonunda kabul edip kontrolünde tutmanın gayretinde olmuş. İkinci Dünya Savaşı sonunda da Marshall yardımları çerçevesinde burayı Amerikaya bırakmış mecburen.

Aradan geçen elli yıllık süredeyse çok sular aktı köprülerin altından. İkibinikide iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi ve Recep Tayyip Erdoğan, ne kadar zorlanırlarsa zorlansınlar Amerikanın istediği biçimde davranmıyorlar. Davranamazlar da. Bu toprakların coğrafyası, tarihi, demografisi, kültürü böyle bir davranışı normalleştirmiyor. Hele tamamı okuryazarlardan oluşan yüzmilyona dayanmış nüfusu başlı başına bir gerçeklik dayatıyor, artık. Suret-i haktan görünüp özgürlük, demokrasi, kalkınma gibi anlamları kendilerinden menkul kavramlar üstünden hayatımıza ve aklımıza akmaya çalışsalar da, emperyalist emeller ve yeni sömürgecilik dayatmaları kendini belli ediveriyor, hemen.

Amerikan kovboyları çok şaşırıyorlar duruma, western filmlerde Meksika köylerine yaptıkları seferlerin alışkanlığında. Hele altmış yılda besleyip büyüttükleri fethullahçılar da meydanlarda ezilince, ne yapacaklarını bilemez durumdalar. Ankara büyükelçisini öldürterek intikam almaya çalıştıkları Rusya, bu darbeye bir kısım insanların erken uyanmasına vesile olmuş mudur bilmiyorum ama bir türlü kabullenemiyorlar ortalama yurdum insanının özbenliğinde yatan kahramanlığında yarattığı süreci. Kanırttıkça kanırtıyorlar. İşin ilginci her zaman kendilerine bakan gözler, kendilerini dinleyen kulaklar, kendilerini konuşan diller bulsalar da sonuç değişmiyor. Coğrafya, hainler de çıkarıyor, kahramanlar da. Ama hainler hep eziliyor, kahramanlar hep eziyor maalesef.

Kitapta, çok izdüşümler buldum ülkemi ve insanımı ilgilendiren, bugünlere dair. Hepinize okumayı öneriyorum, o yılları başka kitaplardan okumuşsanız dahi. Yöneticiler ve yönetilenler olarak özellikle son yıllarda çokça düştüğümüz ve hep düşeceğimiz hatalarımızı görmemizin en kolay yolu başkalarının hatalarını okuyup öğrenebilmek. Zaten tarih, biraz da ibret alınsın diye vardır ya, hep alınmıyormuş gibi görünse de.

Siz siz olun, gece yatarken bile bir kulağınızı ve bir gözünüzü açık tutun. Bilirsiniz, sû uyur, düşman uyumaz; hele sömürgeci asla..

Ben mi? Ben ötelere hamileyim..

 

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz. Anladım