Online Giresun Platformu
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu Okudunuz mu?

Dün sabah kuşağında TRT2’de Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu izledim biraz. Daha önce de izlemiştim. Merak edip baktım 1967’de filme çekilmiş Peyami Safa’nın aynı adlı romanından. Ortaokullu yıllarımda okumuştum bu romanı.
Filme çekilmiş romanlara hep acırım ben. Yazıdaki roman her okuyucuda veya her okumada farklı bir dünya sunar. Ama filme çekişmiş romanda her şey tek görüntüye iner. Okuyucunun muhayyilesinin ürettiği derinlikler ve çeşitlilikler filmde seyircinin gördüğü kareye hapsolur. Yönetmenin hapishanesinde bir hücredir varılan.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu da benzer bir kaderi paylaşıyor tabi ki. Ama senaryo ve sinematografideki acemilikler, oyuncuların tekdüzeliği ve çekim mekânının tanıdıklığı biraz törpüledi acımamı. Hatta pürdikkat kesildim sayılır toplamında.
Aslında hastalık, sağlığın tersi olmasının ötesinde bir şey. İnsana, insan olduğunu duyu ve duyguları üzerinden duyuran ve duyumsatan bir haller bütünü. İnsanı bu zafiyeti itibariyle evrende merkezden birazcık da olsa çevreye iteleyen bir gerçeklik.
‘Gavuraklı’ ürettiği mekanik dünya görüşüyle hastalığı insanın varoluş bağlamında asliyesinden koparıp yaşamına dair arızi bir hale dönüştürdü. Mantık ve matematikle desteklenen bu görüş Allah Dostlarını bile savurdu sağa sola.
Bugünlerde sözde sağlık kurumlarını dolduran kalabalıklar, sadece demografik büyümenin getirdiği çoğalma değil, hastalık nedenselini asliyetinden uzakta arayan mekanik görüşünün ürettiği bireysel ve toplumsal zihnin bir mecburiyeti. Ve hiç bir çare bu hastalığının/sorunun sağaltımını sağlayamayacaktır.
İbadet için yaşayan insanların yerini zamanda ihtiyacı için yaşayanlar alırken, artık konforu için yaşayanlar hayata egemen olmuştur. Hem de ötekinin aleyhine bile olsa. Geçmişte yokluğun, yoksunluğun ve yoksulluğun ürettiği hastalıklar, tüm dünyada ama özellikle gelişmiş ülkelerde yerini varlığın, varsınlığın ve varsıllığın ürettiği hastalıklara bırakmıştır.
Ölüm nihai çareyi oluştursa da kalıma dair gayret olması gerekendir. Bu süreçlerde akla ve yaşama akan keder, elem, hüzün, sevinç, kıvanç, istenç duygu ve durumları insanı olgunlaştıran ve dolayısıyla varlık nedenseline taşıyandır.
Sağlığımıza ya da hastalığımıza eşit bakabilmemiz varlığımızı anlamlandırabilirliğimizin yegâne öncülüdür.
Siz, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu okudunuz mu?