Online Giresun Platformu
Ya Elektrik Yoksa!

İkibinlerin başında vizyona giren ve o yılların nerdeyse tüm ünlülerini ya kendileriyle ya da temsilleriyle toplayan bir film vardı; Neredesin Firuze. Başlığı aklıma düşüren bu filmdi. Film Firuze’nin sıradışı hikâyesinin yanında ülkemizin modernleşme macerasında bence büyük bir yer tutan, köyden gelenlerin kente çökme sürecinde yol gösteren arabesk müziğin fabrikası İmeçe’nin hazin durumunu ve o dünyanın insanlarını anlatıyordu. Bu müzikal filmde kullanılan hit şarkılardan birinin nakaratı bayağı bayağı pelesenk olmuştu dillerde ‘içim ürperiyo, ya evde yoksan!’
Gerçekten de yok olmuştu Firuze. Nerdeni belli olmayan beş milyon lira -olayın gerçekleştiği yılın ortasında altı cumhuriyet altını alınabiliyormuş bu parayla- bırakarak Limuzinle gelip belediye otobüsüyle gitmişti kadın.
Benim çocukluğumda bir kuruşlar vardı en küçük demir para olarak. Kahverengi desem sanki kırmızıdan daha doğru olacak rengi için. Muhtemelen bakırı çokmuştur. Kendi başına bir şey almaya yetmezdi. Vardı sadece. Çok sonraları vidalanır gibi takılıp sökülen eski tip elektrik sigortalarında destekleyici olarak kullanıldıklarına da şahit oldum onların. Ama sarı renkli ve delik olan ikibuçuk kuruşla bir avuç da olsa rahmetli Eziz dededen sarı leblebili siyah kurum üzüm veya ortasındaki delikten ipe dizilmiş yuvarlak ala şeker alabiliyorduk. Babamın dükkânında da aynı şeyler vardı ama oradan parayla bir şey alamazdık.
Ayrıca yine kahve renkli beş ve on kuruşlar vardı. Sarı renkli yirmibeş kuruşların azaldığı parlak alüminyum renklilerin çoğaldığı zamanlardı o zamanlar. Kara Fatmalı elli kuruşlar çok sonra çıktı. Bir ve ikibuçuk liralar vardı ama.
Anamı nezgepli gördüğümü hatırlamıyorum hiç. Taktığını anlatırdı. Hatta dedemin sayesinde nezgebinde pek çok altın ve gümüş para olduğunu, çocukluğunda bazı büyücek kızların başının bitini kırmak bahanesiyle nezgebinden para kopardıklarını da anlatırdı. O nezgebin son kalıntılarını biz evladına paylaştırdı anam sağlığında. Saflıkları ne kadar bilmiyorum onların fakat renkleri benziyor sıfatlarına. Çerçeveletip astım onları Derebucak’taki evimize. Bakıp bakıp dalıyorum maziye yazları. Bunların doğrudan kullanımı benim çocukluğumda çoktan bitmişti, sahip olanlarca ihtiyaç oldukça bozdurulup yeni paraya çevrildiğini gördüm ama.
Yani bilinende deniz kabukları, renkli taşlardan darp edilmiş altın ve gümüşe evrilmiş para, zamanda kâğıda dönmekliğini de aşıp elektronik dijital vasatlarda elektriksel yüklemelere döndü artık. Trump’ın dijital paralara yönelik açıklamaları yok yere fiyatlandırılan bu paraları daha da yüksek fiyatlarla alınır satılır hale getirdi.
Kâğıt paralar ilk çıkarıldıklarında çıkaran iradenin çıkardığı kâğıt para geri götürüldüğünde karşılığında verebileceği altının mutlaka olması öngörülmüş. Amerikanya biraz palazlanınca altını depolamakta güçlük çekenlere ‘getirin altını götürün doları’ demiş sözde altını dolara sabit endeksleyerek. Yeterince toplayınca da altınları, ‘vazgeçtim, bundan gayri altını geri alacaksanız daha çok dolar vereceksiniz’ deyip dayatmış. İlklerde sadece Fransa kurtarabilmiş gönderdiği bir askeri fırkateynle altınlarını. Onu da vermezdi bu Amerikanya da, Louisiana satışında attıkları kazığın hatırına vermişlerdir sanırım. O günden bu güne de altının fiyatı arttıkça artıyor, zira karşılıksız önceleri basılan, şimdilerde yazılan dolar çoğaldıkça çoğaldı. Deniz kabuğu taşımaktan yorulanlar altını, altını taşımaktan yorulanlar kâğıdı, kâğıdı taşımaktan yorulanlar dijitali buldular ya da kullandılar. Şimdi mutlak dijitalle taşınmaza tam geçiş olacak artık.
Mı derken, altın fiyatları patladı gidiyor. Amerikanya kanının son damlası ve gücünün son raddesiyle ömrünü uzatacağı bir ameliyata giriyor muhtemelen. Tıpkı dolarizasyonda yaptığı gibi dijitalizasyondan da zenginleşmeye -yani ötekileri sömürmeye ve kemirmeye- hazırlanıyor olsa gerek. Bilmedikleri -aslında bildikleri ama kibir, hırs ve tamahın boyunduruğunda hep unutuverdikleri/unutuluverdikleri- arzın genişliği ve evrenin derinliği. Hayatımızın Sahibi, öylesine bir eser ortaya koymuş ki orada herkese yer var. Orada tokluk ve yaşam gurbetin, açlık ve ölüm sılanın varlığı. Kaldı ki tercihini tokluktan ve yaşamdan yana koyanların gayretlerini asla boşa çıkarmayacak çeşit çeşit nimetleri de serpiştirmiş dört bir yana.
Amerikanya, dünyada var olan altını yazdığı dolarla toplayıp sonra da zaten dünyanın her bucağında -insancıkların yastık altlarında bile- bolca bulunan basılı ve elektronik ortamlarda yazılı dolarları sanrısı var kendisi yol bir dijital parayla yok edip yürüyecek yine.
Ama kimse unutmasın: altını eritecek ateşi, kâğıdı çürütecek yağmuru veren Rabb’in dijitali tutan elektriği üreten ve taşıyan elektronu fotona dönüştürecek anti madde olarak pozitron da bu evrenin her tarafında mevcuttur.
Bize düşen o pozitrona onu yaptıracak teknolojiyi üretebilmek için okumak, okumak, okumak.
Kuantum bize yakışır.
