Giresun Haberleri

Benim Bir Hikayem Var

Bu yazıyı paylaşın

Benim babam biraz muhtardı, biraz havızelin abdullahtı, ama çokça abdullah çavuştu. Çavuşluğu askerden kalmaydı babamın. Uzun boyu ve ilkokul üçü bitirmişliği onu acemi birliğinden çavuş olarak gönderilmesini sağlamıştı, usta birliğine. İhtiyat askerliğinde de çavuşluk yapmıştı ve Susurluk’ta geçen uzun ayların içinde çadırın ardında domates bile yetiştirmişti. Hele orada Mareşal Fevzi Paşanın ziyaretinde bayraktar olarak tadata çıkmışlığıyla pek bir övünür, o törende çekilmiş fotoğraflarından söz açardı hep. Muhtarlığı da ihtilalin verdiğiydi. Altmış ihtilalinden sonra babamı muhtar olarak görevlendirmişti devlet. Ama bir süre sonra yapış ediş yaklaşımlarından rahatsız olan yada rahatsız edilen nahiye müdürünün ‘çavuş, biraz sert gidermişin’ yollu eleştirisine anında istifayla cevap vermiş, yapılan ara seçimde de aday olup yeniden muhtar seçilmişti. Bu sefer de Ali dayımın almancılığı bakkallığa tercih etmesiyle bitmişti istifayla, bir yaz günü.

Ama havızelin abdullah’ı bizdendi. Genelde Abdullah’ı abdıl diye kısaltarak konuşur bizim memleketin insanları. Ancak babama havızelin abdıl dendiğini hiç duymadım nedense. Hep havızelin abdullah derlerdi. Biz de Abdullah çavuşun uşaklarıydık. Bazı bazı ebeler Nefse’nin Ahmad derlerdi ama genelde Abdullah çavuşun Ahmad’dı adım. Esedelde ise Goca’mad oluvermişti Ali dayımın Ahmad’ın hem yaşta hem bedende küçüklüğünden mülhem. Bu gocalığımı üniversiteli yıllarımda duyanlar kıskanmış Selman abinin dilinden minik’e evriltivermişlerdi.

Ben çocukken babamla küsmüşlüğümüzden anama sorardım her şeyi. Yine bir gün nerden esmişse soruverdim ‘ana, benim adım niye Ahmad’ diye. ‘Böyük dedeniz varmış köse Ahmad diye, sana onun adını verdi, boban’ dedi. ‘Kimmiş bu köse Ahmad dedem’ diye üsteleyince, ‘oğlum dedelerinizdenmiş, seferberlikte gardaşları hep şehit düşmüş, o da tekrar ihtiyar yaşında askere gitmek için müracaat etmiş de komutanlar Ahmad efendi şimdi askere gideceklerin omuzdan omuza dört karış olmaları lazım, senin ki üçbuçuk karış, alamayız demişler, öyle iri yarı bir dedeymiş işte’ deyip sustu. Ben önce karışıma bakıp sonra üçbuçuk karışlık dedemi düşleyerek, ‘seferberlik ne ana’ diye devam edince anam ‘şimdi odunu alacam elime’ diye sertleşiverdi. Ben hep yaptığımı yaptım hemen. Kapıya çıkıp sahanlıktaki tahta korkuluklara koltukaltımı yaslayıp ellerimi aşağı uzatarak bedenimi bir ileri bir geri sallarken gaşl’osman’ın dükkanla gırınbaşı arasında üst yoldan gelip alt yoldan giderek defalarca volta atan köylüleri seyre daldım. Ama bu sefer dikkatlice omuzlarına bakıp durdum, dedem gibisi var mı diye.

Sonra sonra, bayramda seyranda aile birarada oturunca babam normalde pek görmediğimiz sevecen bir sesle dedelerimizi sayarken de adı geçerdi köse Ahmad dedemin. Babam herkesin yedi ceddini bilmesi gerektiğini söyler, onları saymışlığıyla övünürdü. Ama bu bilmenin nedenine girmez, ben de onun saydıklarını ezberleyememenin baskısında biraz da kızardım bu övünmüşlüğe. Hele bazan, yemek sırasında dıkımına gelen keklik ve tavşan etinin iyi yerlerini saklayıp yemek sonunda bizi kızdırmak için göstere göstere ağzını şapırdatarak yiyen Bahattin abime saydırmasını kıskanırdım. Babamın saymasında köse Ahmad’ın babasının adında bir tereddüt vardı ama Derebucak’a ilk gelen dedemizin demirci Hasan olduğunu hemen ekleyerek zihnimizde bu tereddütü değersizleştirirdi. Yıllar sonra sağolsun Bahattin ağam kendisine saydırılmışlığın vebalinde bütün dedelerimizi bir bir çıkardı ortaya.

Derebucak’ı, muhtemelen ortaklaşa bayram yaptıkları -bugün halen bayramyeri olarak bilinir- mahalde bir bayram sabahının mahmurluğunda ve esrikliğinde birleşme ve yerleşme kararıyla kuran yedi obadan birinin başı Hasan’dı. Yani bizim kök dedemiz. Babam demirci Hasan diyerek hep demirciymiş gibi konuşurdu ama sülale içinde konuşulan başka bir hikayede Derebucak’ın kuruluşundan önce daha Balat’ta yaşarken demircinin yokluğundan baltasını yüledemeyen dedemin, kızıp bir örs alıp bir körük kurarak hem kendi işlerini hem de köylünün işlerini yaptığı anlatılırdı. Hangisi doğru olursa olsun sonuçta bizim sülalenenin işi demircilikti, lakabı da demirc’eldi işte.

Demirci Hasan’dan sonra mesleği oğlu Hüseyin sürdürmüştü, ondan sonra da onun oğlu Mehmet. Bu Hüseyin’inin kaydını bulmakta zorlandı ağam. Neyseki yarım kalmış bir sayımın kayıtlarına ulaştı da kanıta dayalı hale getirdi bilgiyi. Ama doğum ve ölüm zamanları tahmini olarak bile eksik hala. Topbaş Mehmet olarak bilinen üçüncü kuşak dedemizin yaklaşık binyediyüzkırkların hemen başında doğduğunu düşünüyoruz. Çünkü binsekizyüzotuzbir sayımında doksan yaşında olarak yazılmış deftere. Bu dedemizin topbaş Ahmet adında bir de kardeşinin olduğunu ve bu dedemizin hiç çocuğu olmadığı için topbaş Mehmet’in üç oğlunun da ilk erkek evlatlarına amcalarına hürmeten Ahmet adını verdiklerini rivayeten biliyoruz. İşte benim isim dedem bu Ahmet’lerden ve Hasan’ın oğlu. Hasan dedem binsekizyüzotuzbeş sayımında elli yaşında kayıtlandığına göre binsekizyüzyetmişbeşte falan doğmuş olmalı. Köse Ahmet dedemde aynı sayımda yirmi yaşında kayıtlı. O da binsekizyüzonbeş doğumlu olsa gerek.

Köse Ahmet’in oğlu hafız Mustafa binsekizyüzellibir doğumlu. Bizim sülalenin demirc’elden havızel olarak ayrımlanması bu dedemizin hafızlığından kaynaklanıyor. Onun oğlu, yani benim dedem, molla Mehmet, binsekizyüzseksendokuzda doğmuş ve bindokuzyüzellibeşte ikinci yangından hemen önce ölmüş. Bu dedemin Seyfettin adında bir kardeşi varmış. Seyfi dedemizin ayakları Birinci Balkan harbinde donup gangrene çevirince İstanbul’a getirilmiş, orada da ayakları kesilmiş. Mehremkollu bir asker arkadaşının anlatmasıyla hastanede ‘ey Allah’ım bu halde çoluğuma çocuğuma gösterme beni’ diye dua edermiş. Rabbimde sandalyesinin üstünde dua ederken şehit almış onu katına. Hanımı Garameymetlerin Happa’da senesine varmadan üzüntüden ölüvermiş. Onlardan kalan tek çocuk olan Mavış nenemi, dedem altı oğlundan dördüncüsüne almış. Babamsa bindokuzonaltı doğumlu. İkibin yılında da vefat etti.

Benden önceki kuşaklarda dedelerimin hepsi demircilik yaparak geçindirmişler ailelerini. Muhtemelen çift çubuğu da eklemişlerdir biraz ama genel namımız demirc’el olarak yürüyüp gelmiş işte. Babamsa ticarete yönelmiş ilk gençliğinden itibaren. Demircilik amcalarımla sürüp gelmiş.

Şöyle bir bakınca her otuz senede bir kuşak atlamışız. Şimdilerde onbirinci kuşağımız büyüdüğüne göre üçyüz yıllık bir hikayeyi özetledim size. Bu hikayenin anlatılabilir olmasının iki sebebi var. Birisi dede mesleğimiz demirciliğin kuşaktan kuşağa geçerek sürmesi; diğeri ise isimlerin etrafında örülmüş, kulaktan kulağa duyulmuş hayat hikayelerinin varlığı.

Eskilerde baba adını korumak büyük evladın, baba ocağını korumak küçük evladın göreviydi. Dedemin adı dört torununa verilmiş mesela. Bunlardan biri olan rahmetli abim de yeğenlerimize verdi anamla babamın adını. Onlarda yaşayacak inşaallah adları ve şanları. Babam, abimden talep etti mi isimlerini bilmiyorum. Ama bize, her doğumun önünde küçük bir pusulayla ilettiği fermanlarından yola çıkınca pek bir muhtemel görüyorum. Peygamber eşi, ümmet anası, ebemin adı dedi Hatice’ye, amcası da Şeyda’yı ekledi; peygamber kızı, ilim kapısı, halamın adı dedi Fatma’ya, annesi de Nur’u ekledi; hem peygamber torunu, hem dedemin, hem yeğenimin hem de dedesinin adı dedi Hüseyin’e, Safa’yı da ben ekledim; böylece veriverdik isimlerini bizim çocukların.

Bu hikayelerden ve söylencelerden güç alan, toprağına taşına düşkün, insanını seven bir zihnim var benim. Şimdilerde modernizmin bu varlıklarımızdan kopararak bizi bireyleşmeye doğru öteleyip köleleştirmesine direnmek için hep soruyorum tanıştığım gençlere isimlerinin hikayelerini. Maalesef bir kısmının ismi zaten hikayesi olamayacak kadar nevzuhur. Hani iki islamcı arkadaş karşılaşırlar yıllar sonra, hoş beş ederler, söz çoluk çocuğa kayar, sorar beriki ötekine ‘kızınızın adı ne’, ‘aleyna’ der öteki, ‘o nerden çıktı’ der gibi bakınca beriki ‘Kur’an’dan’ der hemen öteki. Beriki ‘ben de büdü koyacağım, doğunca’ deyince ‘ne alaka’ der öteki. ‘Kur’an’dan’ der beriki. Öteki biraz saf bakınca ‘iyyakena’büdü’de var ya’ deyip kapatır konuyu. İşte böyle şeyler. Kaldı ki bu aleynanın ve büdünün bir hikayesi var artık, neye hizmet ettiği şüpheli.

Bir kısmının sahibi ise habersiz hikayesinden. Ne merak edip sorulmuş kendince, ne de önemsenip anlatılmış ana babasınca . Oysa hayata tutunmak için mutlaka hikayeleri olmalı insanın. Dedesinin, ebesinin, anasının, babasının, memleketinin, isminin hikayelerini bilmeli herkes. İsimler isimlerle, hikayeler hikayelerle tanışmalı yeni birlikteliklerde, arkadaşlıklarda, dostluklarda. Sadece dış yalnızlığının değil iç yalnızlığının da korkusu sarmalı insanı, yolda, işte, evde ötekine sesini yükseltirken. Ayrılırken iki insan birbirinden, sadece kendileri değil hikayeleri de ayrılıp gider olmalı ki, sonrasında yaşanacak ıssızlığın koru düşmeli yüreklere ve gönüllere.

Zaten hikayesi olan insan, güçlü insandır. Yürürken dağlar, ovalar, nehirler onunla beraber yürür. Dururken aylar, güneşler, yıldızlar onunla beraber durur. Konuşurken kitaplar, defterler onunla beraber konuşur. Ağlarken geçmiş onunla beraber ağlar ve gülerken gelecek onunla beraber güler. Ona değenler değerlendiklerini bilirler.

Hikayesi olan insan, herkesi kolayca sarıp sarmalar hikayelerinin tülbentleri arasında. Her dinleyiş derinleştirir bu gönüllü mahpusluğu. Varlığında sevinçin muştusu, yokluğunda yakınçın matemi düşer kalbine mahkumun.

İnanmayın modernizmin iğvalarına. Açken, tokken, susuzken değil hikayesizken sen sen değilsindir. Milyarlarca yıldır yarattığı her canlıya yetecek varlığı dünyaya koyan Rabb’im, daha milyarlarca yıl yetecek varlığı da yapıp etmiş. Gavur zihinlerin ve kafir akılların tüketim hızı ve hazı, bugün bir kısım insanları aç ve açık bırakan ve yine onlar bizi nimetlerin yarınlardaki yokluğuyla tehdit eden.

Siz siz olun hep hikayenizin peşinde koşun ve onları yazmaktan ve başta çocuklarınız olmak üzere herkese anlatmaktan çekinmeyin.

Unutmayın, bu dünyayı hikayesi olan bir çocuk değiştirecek. Ben, o çocuğa yazıyorum kendimi. Sen de okursan sevinirim tabi ki..

* Amerika’yı bugünlerde saran ve sarsan büyük direnişin mimarı Martin Luther King’e ve tüm direnenlere selam olsun.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz. Anladım