Giresun Haberleri

Rahmet ve Sabır

Bu yazıyı paylaşın

Hayatın her alanını kanunlara sığdırmaya çalışmak mümkün değil. Zaten doğru da değil. Hayat evrende var olan her şeyin ve her anın varlığının sebebinden doğan mecburiyetinde akar hep. Bu akışı kontrol altına almaya çalışmak ancak topyekûn varlığa düşmanlaşmış akılların harcıdır. Aynı şekilde hayatın içindeki her şeyi para ile kıymetlendirmek de mümkün değil. Ve doğru değil. Parayı hayatın akışında kolaylaştırıcı bir yaklaşım olarak kurgulayan insan aklı bugün onun esaretinde yaşıyor ve tabii yaşatıyor her şeyi. Yaratmışlığa saygıyı, yaratılmışlığa sevgiyi büyütmek; varlığın gönencini, birliğin sevincini, dirliğin kıvancını paylaşmak; kibrin istiskalinden, şehvetin istismarından, şeytanın iğvasından, nefsin inkârından uzaklaşmak görevimiz. Gerisi vardır elbette ama teferruattır.

Evrende insan neyse sanatta tababet odur. İnsanın tek görevi, kendini ve diğer tüm eşyayı yaratana karşı saygısını sunmak ve onun büyüklüğünü düşüncede ve yaşamda ortaya koymaktır. Tababetin tek görevi de insanın bu görevi ifa döneminde, yani doğumdan ölüme, düşebileceği hastalıklarında onu, ister deva ile ister eda ile ister dua ile şifayab eylemektir. Yaratan ve yaratılmış arasındaki asimetrik ilişki neyse, tababet ile diğer sanatların arasındaki ilişki odur. Ama bu asimetri yaratana saygının sürdürülmesi ve yaratılana sevginin büyütülmesinden öte değildir. Asla bir üstüncülüğün veya kötücülüğün sebebi veya sonucu olamaz.

Maalesef batı modernitesi sadece hayatın içindekileri değiştirmekle yetinmemiş hayatı tümüyle esaretine almıştır. Bırakın yaratılmışa sevgiyi, yaratana saygıyı da ortadan kaldırarak duygusuz bir birey, duyarsız bir toplum ve duvarsız bir şehir var etmiştir. Tek geçerli değerin para olduğu bu yapıda fikirlerin, olayların ve insanların hep bir parasal karşılığı vardır ve bu onun kıymetler sıralamasındaki yerini belirleyen tek mihenktir. Her şey ama her şey onunla örülür ve çözülür. Sonuçta tababet dahi bu tasarıma uymuş ve sadece şerefiye viziteye dönüşmekle kalmamış eğitiminden uygulamasına, mekânından zamanına, öznesinden nesnesine kadar her şeyi değişmiştir. Yaratılmışlığı aşmış yaratanlığa soyunmuş bir aklın ve bedenin ise sadece beklentileri değil ihtiyaçları dahi sınırsızlaşmıştır. Hiç bir ölümlü ölümsüzlüğe adanmış bir aklın ve bedenin karşılığı olamaz. Kendinden öte her kes, her şey, her yer ve her an onundur artık ya da onun olmak zorundadır. Yine kurgulanmış sosyal sistemler üstünden gücün dayatımı artık ötekinin yokluğunadır.

Batı ile Doğu gibi görülse da hak ile batılın mücadelesi bu minvalin bizatihi kendisidir. Zira bu asla bir oluş ve ediş değildir.

Düşünceyi ve sanatı bir ‘kısım’ insanların malı yapan Müslüman aklı şüphesiz siyaset üzerinden yürüyüp gelmiştir. İradeyi belli birilerinin malı ve hakkı görmenin karşılığıdır, bilginin de birilerinin malı ve hakkı olduğunun kabulü. Bu çevrimde eğitim iki telakkinin güdümünde ötekilerin konumlandırılması ve konuşlandırılmasıdır sadece. Asırlara ve nesillere varan bu kabullenilmiş çaresizliğin ayrımına varamadan batı modernitesinin azgınlığının ötekilerinin elinden bazen gönüllü ama çoğu zaman ve kez cebren alınmış ürün ve yaklaşımlarının ihtiyacına düşenlerin yarattığı Türk Modernitesi taklit ettiğinin de fevkinde noksanlıklarla yürüdü geldi bu günlere. Hele yeni iradeyi kullanabilmenin sözde herkesin iradesi üzerinden yürümesi gereği üstünden gündelikleştirilmesi ise tüm sosyal yapılarının yanında dilini dahi değiştirmek zorunda kalanlara sunulmuş bal kaymaktı sadece.

Ne yazık ki günün insanları da samanlıkta kaybolmuş iğnelerini sokakta arama gafletine düştüler ve azgınlaşmış akıl ve bedenleri doyurabileceklerini umdular. Tabii ki mümkün olmadı ve olmayacak. Ancak süreç tüm ağırlığıyla bireyin üstüne çöktü ve birer birer deviriyor onları. Son düşenlerden biri Rümeysa Berin Şen. Genç meslektaşım ardışık süren uzun bir nöbet/mesaiden aracıyla evine giderken yolda duran kamyonun altına girip öldü. Kazanın videosu onun direksiyon başında uyumuşluğunu açıkça ortaya koyuyor maalesef. Sınırsız taleplerin sınırlı insanlarla karşılanmaya çalışılmasının yetmezliğinde kaybolmuş yeni bir hatıra yumağı olarak kalacak bilenlerinin aklında.

Ama şimdi herkes konuşacak. Kimi hasta taleplerinin çokluğundan, kimi hekim arzının azlığından, kimi nöbetlerin uzunluğundan, kimi ücretlerin ucuzluğundan, kimi kifayetsiz amirlerden, kimi muhteris siyasilerden bahsedecek. Hatta yola park etmiş kamyonun şoföründen bile konuşan çıkacak. Ama kimse bu hayatları hoyratça tüketen batıla boğulmuş ve boğuldukça azgınlaşmış insan aklını gündeme getirmeyecek. Ve o her gün kurbanlarını almaya devam edecek. Bazen tek tek, bazen çok çok. Bazen nöbetten çıkan hekim olacak o, bazen dayaktan kaçan kadın. Bazen otobüs yolcusu olacak, bazen otomobil şoförü. Bazen bir ilçede neye yaradığı belli olmayan bölümlerde okuyan kızlı erkekli öğrenci grubu olacak, bazen bir büyük şehrin kalabalığında yalnız kalmış bir adam. Bugünün seyircisi belki de yarının kurbanı olacak. Kuzuların sessizliğinde sürüp gidecek bu devran. Oysa ölüm bir gerçek ve ölen bir insan. Bu ölümü ve bu öleni duyarak, görerek ya da okuyarak bilenlerden kaç kişinin dudaklarından Fatiha dökülmüştür acaba? Fatiha’yı akledemeyen akıl ya da zikredemeyen dilin onun ölmüşlüğüne hürmetsizliğine rağmen onun üstünden kısa süreli yada çok paralı nöbet devşirme talep ve tartışmalarını nasıl görmeli peki? Herkes bir adım geri gitse her şey her kese ayan olacak. Ama hiç kimse hazır değil şimdilik bu bir adımı atmaya.

Rabbimden, Rümeysa Berin’e rahmet, ailesine ve dostlarına da sabır diliyorum.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz. Anladım