Giresun Haberleri

Ayasofya Hakkındaki Düşüncelerim…

Bu yazıyı paylaşın

Öncelikle Ayasofya hakkında bizzat ağzından bilgi aldığım, evinde baş başa bir gün boyunca sohbet ettiğim, İslam Tarihi, Peygamberler Tarihi eserlerinin yazarı M. Asım Köksal’ı rahmetle anıyorum…

Taşın, tuğlanın, demirin, tahtanın bir kutsiyeti yoktur… Nitekim Ayasofya, on beş asır boyunca defalarca yıkılmış, yeniden yapılmıştır… Elbette kubbesi başta olmak üzere mimari bir değeri vardır ve önemli bir sanat eseridir o başka…

Asıl önemli olan o mabedin içinde yaşananlar, yaşatılanlar ve o mabedin temsil ettiği değerlerdir.

Ayasofya, bin yıla yakın bir süre katedral olarak kullanılmış; bu bin yılın çoğunda, bugünkü Vatikan da olduğu gibi, daha çok siyasi bir merkez olarak kullanılmıştır. Roma İmparatorluğu’nun siyasi temsilcilerinin makamı olmuştur… Tüm haçlı seferlerinin organizasyonu buradan yürütülmüştür…

İstanbul’un fethine kadar geçen sürede, İslam coğrafyasına karşı yapılan saldırıların, işgallerin, tecavüzlerin planlandığı, faillerinin korunup, gözetildiği, bu eylemlerin meşrulaştırıldığı önemli bir merkez olmuştur… Sadece İslam coğrafyasına karşı değil, itaat etmeyen, boyun eğmeyen bazı Hristiyan topluluklar da dahil, tüm kesimlere karşı acımasız kararların alındığı bir yer olmuştur…

Sultan Fatih’e ve öncesindeki padişahlara “bu zulmü durdurun” mahiyetinde çoğu gayrimüslim tebadan olmak üzere yapılan taleplerin tarihi belgelerde yeri mevcuttur…

Zulümden perişan olmuş halkların feryadına kulak verip, Ayasofya’nın bu karanlık yüzünden kurtulmak, Hazreti Peygamberin (SAV) övgüsüne mazhar olmak, fethettiği coğrafyaya adaleti hakim kılmak Sultan Mehmet için vazgeçilemeyecek bir görev haline gelmiştir…

Sultan Fatih’in gayrimüslimlere zarar vermek gibi bir düşüncesi asla olmamıştır… Bunu yaptığı tüm fetihlerde yayınladığı fermanlarda ve uygulamalarında görmek mümkündür. Fethedilen bölgede yaşayan halkların inançlarına karışılmayacağı, malına, ırzına dokunulmayacağı, onlara adaletle davranılacağının garantisi her daim verilmiştir! Ve bunu bizzat kendisi garanti etmiştir! (Bakınız, Bosna Fermanı)

İbadet amaçlı kullanılan kiliselere, havralara ve diğer mabetlere asla dokunulmamış, buralar tam aksine korunmuştur…

Fatih’in derdi gayrimüslim halkın inancı değildi… Hristiyan halkı temsil edenlerin yaptıkları zulüm ve haksızlıklardı… Fatih’in bu adaletsizliği ortadan kaldırmaktan başka bir düşüncesi yoktu, olmadı…

Onların inançları ile ilgili bir derdi olsaydı, Ayasofya’nın duvarlarındaki o muhteşem resimler bugüne gelir miydi?

Fetih’ten sonra istedi ki, Ayasofya artık huzurun, adaletin, hakkın ve gerçeğin merkezi olsun… İlk Cuma’yı orada kılarak, Ayasofya’yı camiye dönüştürerek bunu yapmak istedi…

Sultan Fatih bu kararı ile camilerin temsil ettiği, adalet, merhamet, ilim, hikmet, hak ve hakikat gibi değerleri Ayasofya’ya taşımıştır… Bir dönemin acı hatıraları böylece silinmiş, yok edilmiştir!

Fetih’ten sonra, Sultan Fatih’i en çok alkışlayanlar, ona en çok minnet duyanlar İstanbul’un yerlisi gayrimüslim teba olmuştur!

İstanbul’un 13 Kasım 1918 tarihinde uğradığı ilk işgalde ve 16 Mart 1920’de uğradığı ikinci büyük işgalde Ayasofya içinde olmak üzere belli başlı stratejik hedefler tamamen işgal kuvvetlerinin kontrolüne geçmişti…

İşgal yıllarında Ayasofya’da ibadet yapılamamıştır. Mustafa Kemal Atatürk, tüm işgalleri sona erdirip, düşmanı fiilen bertaraf ettirdikten sonra Türkiye Cumhuriyeti’ni, yepyeni bir devleti o yokluk, o darlık içinde kurmaya çalıştı… Devlet vardı ama devletin parası yoktu. Devlet vardı ama devletin memuru yoktu. O günkü yapılanları o günün şartlarıyla değerlendirmek gerekir…

1934 yılında Ayasofya’yı müze haline getiren Hükumet Kararı’nın gerekçesini kimse bilmiyor… O dönemde o karara herhangi bir kimsenin itiraz ettiğine, karşı çıktığına dair bilgi yok!

Atatürk o kararın alınmasından dört yıl sonra vefat etti… Aradan geçen 86 yıl boyunca nice milliyetçi/muhafazakâr hükumetler geldi geçti… Kararı neden değiştirmediler?

Bugün bu kısır tartışmaların kimseye faydası yok… Her dönemi kendi şartları içinde değerlendirmek lazım…

24 Temmuz 2020’den sonra bize düşen nedir dersek; Sultan Fatih’in 1453’teki iradesini korumak ve sürdürmektir… Mehmet Görmez’in dediği gibi, “Ayasofya’nın müminler üzerindeki hukuku yeni başlıyor. Bu hukuku ancak mihrabından ihlas ve samimiyet, minberinden ilim ve hikmet, kürsüsünden ahlak ve adalet yaymakla, minarelerinden hakka, hakikate ve merhamete çağrıda bulunmakla yerine getirebiliriz…”

Vesselam…

*İsmail Bayram – Giresun Üniversitesi Öğretim Görevlisi

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz. Anladım